Leylâ, iki çocuklu dul bir genç kadın, fabrika işçisi. Çalıştığı fabrika ekonomik sıkıntıda, sık sık eleman çıkarıyor, Leylâ da topun ağzında olanlardan. Genç kadın, iki çocuğun tek başına almış sorumluluğunu, işe gecikebiliyor zaman zaman. Muhtemelen, dul olmasından dolayı ondan cinsel yarar sağlamak isteyen personel şefine yüz vermediği için sık sık onun tarafından ihtar alıyor. Servis şöförü Kazım ile adı çıkmış, oysa ilişkisi yok ancak, Kazım ona gönlünü kaptırmış ve evlenmeye ikna etmek için peşinde dolanıyor.
Leylâ iş yavaşlatmalara katılmadığı için işçiler tarafından dışlanır. Leylâ’nın yönetimi kızdırmak istemiyor iki çocukla işsiz ve ortada kalmaktan korkuyor.
Leyla’nın 12 yaşındaki oğlu Amir Ali olgun ve derslerinde başarılı bir çocuk. Bebeklik çağındaki kızkardeşini kreşten almak ve annesi gelene kadar bakımını yapmak da dahil erken sorumluluklar yüklenmiş.
Bibi isimli yaşlı kadın Kazım’ın Leylâ ile çöpçatanlığını yapmak için mekik dokuyor aralarında. Leylâ başlangıçta direnç gösteriyor, çünkü Kazım’ın evlilik için ön koşulu oniki yaşındaki Amir Ali’nin en az bir kaç sene başka yerde kalması. Eve kabul etmiyor çocuğu, gerekçesi de aynı yaşta bir kızı var ve İran toplumunda kızın yaşıtı oğlan erkek çocuğu ile aynı evde kalması adının çıkmasına yol açarmış. Kız üç yıl sonra evlendirilince (15 yaşında!) Amir Ali yanlarına gelebilirmiş. Leylâ’nın ise bu süre zarfında çocuğu bırakacak kimsesi yok.
Leylâ küçük kız için kreşten istenen çocuk bezlerini bir türlü götüremiyor , başka çocukların bezlerinden kullanıyorlar, tabii kısıtlı miktarda olabiliyor bu kullanım. Çocuk bu koşullarının da etkisi ile havale geçiriyor, yalnız ve beş parasız Leylâ, Kazım’dan yardım istemek zorunda kalıyor, hasta çocuğunun hastaneye götürülmesi için.
Diğer işçilerce, yönetimden habersiz evlendiği konusunda toplu şâhitlik dilekçesi verilince iş akdi feshediliyor Leylâ’nın. Muhtemelen personel şefinin komplosu bu. İşsiz, beş parasız ve yalnız kadın tek çıkışı Kazım’ın önerisini kabul etmekte buluyor. Parasızlık bir yana, dedikodu ve sözlü tacize varan toplum baskısından kurtulmak için evlilik çatısına girmek güvenli görünmektedir.
Bibi, bir yatılı sağırlar okulunda hademelik yapmaktadır. Amir Ali’nin burada kalabilmesi için çocuğa sağır ve dilsiz rolü oynamasını telkin eder, annesine yardım etmesi gerektiği yönünde duygusal baskı uygular çocuğa. Oğula da anaya da söylediği, bunun bir kaç hafta süreceği, bu süre zarfında Kazım’ın yüreğinin mutlaka Leylâ tarafından yumuşatılacağı yönündedir.
Planı hayata geçirirler, Leylâ evlenir, Amir Ali sağırlar okulunda yatılı kalır. Haftalar geçecek, Amir Ali’nin umutlu bekleyişi boşa çıkacak, anne bir türlü gelmeyecektir. Yatakhane arkadaşından, duyup- konuşabilenin sadece kendisi olmadığını öğrenir. Arkadaşı ve diğer bir başka çocukla birlikte sağır/dilsizi oynayan üç kişidirler. Öteki sesli çocukları da okula Bibi getirmiştir, hepsine annelerinin bir kaç hafta içinde geleceği söylenmiştir, oysa üç yıldır hiçbirinin annesi yoktur ortada.
Bu okul çocuklara kötü davranılan bir yerdir, derslerdeki başarısına rağmen Amir Ali de bu hoyrat ve sevgisiz tutuma maruz kalır. Kısa bir süre sonra arkadaşının da yardımı ile okuldan kaçar, Kazım’ın izini bulur, takip eder ama yakalanır.
Kazım’dan kaçar, bindiği taksinin pedofili şöförünün tacizinden kıl payı kurtarır kendisini. Dış dünyanın başka tehlikelerinin işaretçisi gibi bir de yağmur başlar, giderek hızlanarak. Korkar, okula dönmekten başka çaresi kalmaz, gidebileceği en güvenli yer orasıdır her şeye rağmen. Gece vakti, yağmur altında koca demir kapıyı çalması yenilginin ta kendisidir. Bu güzel yürekli akıllı çocuk daha 12 yaşında hayata yenilmiştir.
Sonrası mı? İzleyin ve siz yorumlayın derim.
Filme dair izlenimlerim
Bu filmin ismi bence Oğul! olmalıydı, bana göre anlatılan Amir Ali’nin hikayesi. Tıpkı 400 Darbe’nin Antoine’ın hikayesi, System Crasher’ın Bennie’nin hikayesi olduğu gibi.
Annenin ismi, Leylâ ile Mecnun hikâyesinden mülhem. Hikayede Leylâ’dan ayrı düşen, sevdalısı Kays değil, onun sevgisine muhtaç olan oğlu! Değme aşk hikayeleri anlatabilir mi anasından koparılmış/terkedilmiş çocuğun acısını?
Otto Rank, tüm korkularımızın ve hatta panik ataklarımızın kökeninde prenatal ve perinatal dönemdeki travmalarımızın yattığını söyler. Besleyen plasentadan, hamileliğin son aylarında yeterli oksijen sağlayamayan plasentaya geçeriz. Bu güvenli evrenden ilk kopuştur. Bir de doğum sonrası memeden kesilene dek kendimizin annemizin parçası zannettiğimiz süreç var.
Neticede altın çağlar sürmez, cennetimizi yitiririz. Bakım veren annenin sevgisi kendi altın çağımızın ikamesi olur avutucudur. Ondandır annenin sarıp sarmalayan sevgisini erken yitiren bir çocuğun mutsuzluğu. Bütün bilinçaltı korkularının gerçekleşmesidir bu, dayanılması zordur.
Leylâ ile Amir Ali ilişkisinde anne oğluna karşı sertti. Çocuğun yaşını dikkate almadan kardeşinin üstünü örtmediği ya da kardeşi ateşlendiği zaman bir yolunu bulup kendisini aramadığı gibi nedenlerle onu suçluyordu. Zora girince ve bir tür “Sophie’nin Seçimi” durumu ile yüzleşince vazgeçtiği Amir Ali oldu. Evladını alamayacağını aslında biliyordu, çocuğu ve kendisini kandırdı.
Besleyen plasenta-zehirleyen plasenta gibi, kötü anne-iyi anne var, diğer deyişle annenin besleyen, sarıp sarmalayan yönüne karşı cezalandıran yönü. Okuldaki Müdire de anne ikamesi idi : kötü ve yargılayan/cezalandıran annenin ikamesi.
Cennet artık asla dönülemeyecek yerdi artık. Bu bağlamda, Amir Ali’yi “Persona” filminin başında ve sonunda görünen ve annesine ulaşmaya çalışan erkek çocuğu ile de özdeşletirebilirsiniz.
Kazım, Amir Ali’ye Leylâ, kızkardeşi ve koca olarak kendisi ile aile özçekimini gösterdiğinde artık cennet o telefonun içindeydi, ve orada Amir Ali’ye yer yoktu. Gecenin gündüze, ayın güneşe kavuşması ne kadar imkansızsa, onun da Leylâ’ya kavuşması bir o kadar hayal edilemez bir şeydi artık.
Sağırlar okulunda çocukların işaret dili ile İslam Cumhuriyeti’ni öven milli marş söylediği sahne belki de hikâyenin en ironik sahnesiydi.Film İran toplumunu ve sistemini eleştirmek amacı ile yapılmış ama içinde barındırdığı evrensel duygu durumları ile amaçladığından da hacimli bir duygu ve anlam dünyası yaratmış. Aslında, Aydınlanma tıpkı din gibi androsentrik, yani erkek odaklı. Yani, ataerki, İslâmi rejimin olmadığı toplumlarda da egemen. Ben filmin Batı’nın görmek istediğinin çok ötesinde şeyler anlattığı, evrenseli ifade ettiği kanısındayım.
Bizde erkek çocuğu olan kadın kız çocuğu olan adamla evlenemez töresi yok ama, kızı olan kadının evlenmemesi geleneği yaygın. Üvey baba kız için tehlike unsuru olabilir diye düşünülür, öyle de olur çoğu kez. Burada erkeğin sözünün geçmesi ekonomik ve toplum güçlerinin onun yanında olmasından kaynaklanıyor. Kazım kümesinde başka horoz istemiyor! Kazım ve Amir Ali’nin kapı eşiğinde karşılaşıp birbirlerine tehditkar bir ifade ile bakarak “selam” dedikleri sahne iki erkeğin karşılaşmasıydı! Kızın onbeş yaşında evlendirilecek olmasının da toplum kurallarının bir başka acımasız yanı olduğu aşikâr.
Bibi bir “kocakarı” arketipi, çöpçatanlığı muhtemelen para karşılığı yapıyor. Çocukları kaçırıp sonra kazanda pişiren masallardaki cadı kadınların hayattaki karşılığı. Meselâ Baba Yaga’nın kötü yüzü.
Başka bir tanıtımda karın metafizik topografyaları temsil ettiğini düşündüğümü söylemiştim. Annesinin hayali böyle karlı bir sahnede gelir Amir Ali’mize, film, kar yağarken dışarıya bakan bir Amir Ali imajı ve izleyen başka bir karlı sahne ile biter. Bu son sahne yoruma açıktır.
Grev kırıcılığı yaptığında Leylâ’nın bahânesi, çocukları olduğu idi. Bir işçi kadın ne dedi cevâben? “Hepimizin çocukları var”
Leylâ Nasıl Kurtulur? Belki cevabı bu sahnede saklıdır.
Mahnaz Mohammadi belgeselci olarak kendisini sinema sektöründe kabul ettirmiş. Bu ilk uzun metrajlı kurgu filmi. Daha ilk uzun metrajlı filminde Mohammad Rasoulof gibi “Beyaz Çayırlar” başyapıtına imza atmış bir otör sinemacının filminin senaryosunu yazmış olması elini çok güçlü kılmış. Film esas değerini hikâyesinden ve Amir Ali’yi canlandıran küçük oyuncunun performansından alıyor. Bu arada eklemsem olmaz, Amir Ali’nin 400 Darbe’deki Antoine’a fiziksel benzerliği raslantı olmasa gerek!
Mohammadi, 2006 yılında Tahran-Ankara treninde gerçekleştirdiği röportajlardan oluşan belgeseli “Travelouge” filminde devlet aleyhine propaganda yaptığı suçlamasıyla beş yıllık hapis cezasına mahkum edilmiş bir sanatçı, aynı zamanda bir insan hakları aktivisti.
İran’ın kadın yönetmenlerinin öncüsü Füruğ Ferruhzad, 1962 yılında “Kara Ev” filmini çevirmişti. O da, oğlu kendisinden koparılmış bir anneydi. İran yasalarında eşinden ayrılan kadın eski kocası izin vermezse çocuğunu göremiyor. Füruğ, oğlu Kamiyar’ı hayatı boyunca göremedi. Kendisinin Esir adlı şiirinden bir kaç dizeyle noktalamak isterim sözümü.
…Şayet bir gün ey gökyüzü,
Kanatlanırsam bu sessiz evden
Ağlayan çocuğa nasıl söylerim
Tutsak bir kuşum vazgeç benden”…-Esir/Füruğ Ferruhzad

İlk yorum yapan siz olun