İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

PHANTOM THREAD/PAUL THOMAS ANDERSON

Bu çok boyutlu çok katmanlı filmi tanıtmaya çalışırken sürç-i lisan edersem affola. Yorumlarınızın noksanlıklarımı tamamlayacağına inancım tam.

Reynolds Woodcock (Daniel Day Lewis), 1950’li yılların couturier’i tabir caiz ise tasarımcı terzisidir. Londra’da yüksek sınıf için giysiler tasarlamakta, bunları terzi kadınlardan oluşan ekibine atölyesinde diktirmektedir. Kız kardeşi Cyril (Leslie Manville) ile yaşayan Reynolds evini aynı zamanda atölye olarak kullanmaktadır. Her sabah ev kapılarını çoğunluğu orta yaşın üzerindeki emektar çalışanlarına açar, terzi kadınlar sessizce döner merdivenlerden ve atölyenin olduğu kata çıkarlar, sanki bir ayini yerine getirircesine çalışırlar. Filmin ilk dakikalarında anlarız ki, evin Reynolds ve Cyril dışında bir sakini daha olmaktadır; Reynolds’un manken sevgilileri ki, aynı zamanda sancılı yaratı süreçlerinin ilham perisi olan kadınlar. Kadınlara duyulan ilgi/tutku tüketilip onlar ilham veremez olduklarında Cyril tarafından Reynolds’un onayı ile birer sus payı/tazminat verilerek uzaklaştırılan kadınlar.
Reynolds tabir caiz ise, seri tekeşlidir. Aynı anda tek kadınla ilgilenir ama bu tek kadının yerine sürekli bir başkası ikame olur.

Reynolds orta yaşlarda, yakışıklı, çok yetenekli ve yaratıcı bir adamdır. Zanaatini öğrendiği artık hayatta olmayan annesinin, belleğindeki hayaline tutku derecesinde bağlıdır. Onun tarafından izlendiğini düşünür, ölülerin yaşayanları izlemesi hiç de fena bir şey değildir düşüncesine göre. Babası o küçükken ölmüş, annesi ikinci kez evlenmiş ve henüz onaltı yaşında iken annesinin gelinliğini dikmiştir. Dadısı gelinlik dikişi ile ilgili batıl inançları nedeni ile gelinliğin dikişine yardım etmez. Ona göre bekar kadınlar gelinlik dikerlerse evde kalırlar, Reynolds’un imdadına kız kardeşi Cyril yetişir, birlikte tamamlarlar annelerinin gelinliğini. Bir gün kır evine ruhunu sakinleştirmek için giden Reynolds göl kıyısındaki hanın lokantasında kendisine kahvaltı servisi yapan garson kız Alma ile yakınlaşır. Alma yağlı boya tablolara konu olabilecek dupduru bir güzelliğe sahiptir. Kahvaltıda o kadar çok şey sipariş eder ki, nerede ise menüde sipariş edilmemiş kalem kalmaz. Alma’yı akşam yemeğine davet eder. Alma tereddütsüz kabul eder. Kuver fişine kısacık bir not yazarak gizlice eline tutuşturur “Aç çocuk! benim adım Alma”. Aç Çocuk! neye aç? belki de filmin yanıt aradığı soru budur! Kimbilir belki de besleyici oral anneye özlem duymaktadır terzimiz.

Kır evine giderler yemek sonrası, Reynolds’un baş başa kaldıklarında yaptığı, Alma’ nın üzerinde giysi prova etmek, ölçülerini almaktır. Cyril gelir o anda ölçülerin kayıtlarını Cyril tutar. Cyril’in Alma’yı tanırken koklaması şaşırtıcıdır. Reynolds Alma da farklı bir şey olduğunu hisseder ki, ertesi sabah sahilde yürürken “yıllardır aradığı buldum gibi hissediyorum” der. Alma Reynold’un evine yerleşir. Misafir yatak odasına. Onun yeni ilham perisi, mankeni ve sevgilisidir. Cinsel yakınlaşmalarını göstermez film bize. Bazen misafir odasına değil Reynolds’un odasına kabul edilmesinden bir şeyler tahmin edebiliriz. Davranışları daha önceki kadınlardan fazla bir fark taşımaz, kahvaltıda kızarmış ekmeğe yağı haşırtılı bir biçimde sürer, yüksek sesle konuşur, kendisi olarak var olmaya çalışır. Oysaki Reynolds’un kuralları dokunulmaz, sınırları aşılmazdır. Gene de Alma daha öncekilerin akibetine uğramayacak, Reynolds ile aralarında bir üçüncü kişinin anlayamayacağı bir değişik ilişki oluşacaktır. Bu ilişki zekanın ve hafif dozlu sado-mazohizmin ürünüdür. Reynolds, kendisini beğenmiş, ben merkezli, takıntıları olan çok zor birisidir. O’nu böye davranmaya sevk eden nedenin yaratı sürecinin olağan sancıları ve terzilik mesleğinin gerektirdiği detaycı ve mükemmeliyetçi davranış kalıplarının edinilmesi gerekliliği olarak da düşünebiliriz, nöro-atipik bir karakter olarak da yorumlayabiliriz kendisini. Filmin isminin” Hayali/hayalet iplik” olmasının nedeni, Victoria döneminde terzi kadınların sürekli iğne iplik ile çalışmaktan ellerinde bir tür karpel-tünel sendromu oluşması, yani dikiş bitse dahi, ellerinin dikiş dikme hareketleri yapması (hatta uykuda bile), hayali iplikle hayali dikiş yapmasına bir göndermedir belki. Reynolds’un akşam yemeğinde giydiği ceketin astarında annesinin bir tutam saçının saklı olması ile de ilgili olabilir. Alma Reynolds’un ceketinin astarında annesinin saçını taşımasını yadırgamaz, batıl inançlarını yadırgamadığı gibi Aşk bu mudur? Olduğu gibi kabul etmek.
Film, Hitchcock’un 1940 tarihli Rebecca filminden esintiler taşır. Her iki filmde de kendisinden yaşça büyük ve güçlü bir erkeğin evine yerleşen ve mükemmel bir üçüncü kişinin hayali ile yarışmak zorunda kalan genç ve güzel bir kadın vardır. Filmimizde üçüncü taraf belki de giysilerdir, belki annenin hayaleti, belki de Cyril. Alma tüm bu güçleri aralarını açacak değil boşluğu dolduracak değerlere dönüştürmeyi başaracaktır. Filmin yönetmeni Anderson, ilhamını Rebecca filminden aldığını ifade ediyor. Alma ismi aynı zamanda Hitchcock’un karısının ismidir. Wood-cock Hitch-cock soyadları arasındaki benzerliğe de de dikkat çekmek isterim. Bir de Pygmalion efsanesi var. Yarattığı, dönüştürdüğü, değiştirdiği kadına aşık olan adamların hikayesine kaynak oluşturan Yunan mitolojinden bir miras. Heykeltraş Pygmalion, fildişinden yaptığı kadın heykeline aşık olur. Çünkü yaşayan her kadından güzeldir fildişi kadın. Afrodit için onuruna verilen bir festivalde adak adar: fildişi kadınına benzeyen bir kadın ister. Eve geldiğinde heykeli dudaklarından öpecek ve kadının dudaklarının sıcak olduğunu hissedecektir. Dileği kabul olmuş, heykel canlanmıştır. Reynolds da giysilerle kadının kusurlarını örter, kusursuz yeni bir kadın yaratır. Mavi Sakal hikayesini es geçmek olmaz. Orijinali 1697 yılında derlenmiş olan ve bugüne dek bir çok hikayeye kaynak oluşturan Mavi Sakal hikayesinde, Dük Mavi Sakal, evlendiği tüm kadınları esir eden/öldüren bir sadisttir. Son evlendiği kadın elinden kurtulmayı başaracaktır. Kendisinden yaşça büyük asil ve güçlü bir adamla evlenip , yasak kapıları kurcalayan , böylelikle cezayı hak ettiğine inandırılan genç ve güzel kadınların öyküsüdür bu. Yönetmenin bir referansı da kendisidir belki: Auteur bir sinemacı ile couture bir terzinin sancılı yaratı sürecinin öylesine çok benzerliği vardır ki! Bu arada, erkek yaratıcılığı ve kadın meselesi konusundaki Mother! filmi ile filmimizin tematik benzerliğini vurgulamadan geçemeyeceğim.
Film bize “moda” ve “şık” kavramlarını sorgulatıyor. Reynolds’un en iyi müşterisi başka bir eve gider. Reynolds bunu Cyril’den duyar. Artık müşteriler moda olanı ve şık olanı talep ediyorlar der. Cyril daha çok iş kadını çizgisindedir. Reynolds ise eserini satılık meta olarak düşünmeyip çerçevelerin arkasında görmek isteyen bir sanatçıdır. “Şık” kelimesinden nefret ediyorum der. Şık, mevcut yaşam biçimlerine, ideolojilere, uğraşıya uygunluğu anlatır, bir sanat olarak giysi tasarımı bunların ötesindedir. Filmin kostüm tasarımlarını yapan Mark Bridges ise bir söyleşide Reynolds’un “şık” kelimesinden nefret ettiği gibi “trendy” kelimesinden nefret ettiğini ifade etmiş. Modanın üzerinde yapılandığı değerler sistemi kitlesel üretim ve pazar ekonomisinin gereklilikleri üzerine yapılanmıştır ve sanatsal yaratı ile uzlaşmaz çelişki taşır. Reynolds Woodcock karakteri tek bir modacı karakterinin benzeri olarak yaratılmamış, bir çok modacının özelliklerinden derlenerek hayata geçirilmiştir. Resmi referansları Cristobal Balenciaga ve Charles James olarak belirtilmektedir. Her ikisi de olağanüstü yüksek standartlarda çalışan courtiere sanatçılardır.

Filmin en unutulmaz sahnelerinden birisi Reynolds’un Alma’yı göndererek sarhoş müşterisinin üzerinden tasarladığı giysiyi çıkartıp aldırması sahnesidir. Charles James’in kendisinden aşağı gördüğü kadınlara giysi tasarlamayı reddettiği ve sözleri ile aşağıladığı rivayet ediliyormuş. Alma ile Reynolds arasındaki ilişki düşük dozlu sado-mazohist bir ilişki. Reynolds’ın sado-mazohist eğilimin dinamikleri annesine odipal bağı ile ilgili olabilir. Düşük dozlu mazohist ilişki olur mu diyenlere Flörtün de bir tür düşük dozlu sado-mazohist ilişki olduğunu anımsatırım. “vaatlerin belirsizliğinden mesela vaat edici biri ile vaat eden birisi arasındaki farktan yararlanarak flört taahhütler konusunda zengin bir söz dağarcığını sabote etmiştir hep. Güvenilir ve nispeten öngörülür olana ne kadar değer veriyorsak, flörtün yani bilinçli ya da bilinçsizce ortaya konan hesaplı belirsizliğin en iyi ihtimalle zalimce bir deneyim olarak yaşanması o ölçüde kaçınılmazdır. Düşük dozlu bir sado-mazohizm olarak flört boşuna ümitlendirmenin ayrılmaz bir parçası olarak heyecanın belli bir türde işkenceyi-insanı diriltip canlandıran bir işkenceyi arzulama anlamında arzunun mütevazi biçimde dışa vurulmasıdır. Flört arzuyu diri tutma konusundaki üstü örtülü gayretinde çok cömerttir.”-Adam Phillips -Flört Üzerine Ayrıntı Yayınları,

Reynolds ve Alma ilişkisi için bu kadar yorum yaptığıma bakmayın. Aşkın ezeli gizemini kim çözmüş ki! Film auteur bir sinemacının couturier filmi bana göre. Duvar kağıtlarına çay fincanlarına, çiçek düzenlemelerine, hele giysilere hayran kalacaksınız. Gerçekten de “oya gibi işlenmiş” “ince ince örülmüş” bir film. Ritmi yavaş bulabilirsiniz ama belki o da bilinçli bir seçimdir. Zamanı bile tüketerek yaşadığımız bir dünyada bizi yavaşlamaya çağrısıdır yönetmenimizin!

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir