İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İKİ FİLM BİRARADA Les Garçons Sauvages/The Wild Boys (2017) Bertrand Mandico Lord of the Flies (1963) Peter Brook Orijinal Roman:William Golding

...ıssız ada, hatırlanmayacak kadar eski olanın ya da en derinde olanın maddesidir.” -Deleuze


İki ıssız ada filmi var bu tanıtımda. İlkinde erkeklikten kadınlığa, ikincisinde uygarlıktan vahşiliğe geçiş anlatılıyor. Birinde çocuklar dişi taraflarını, ikincisinde vahşi taraflarını keşfederler, ikisinde de maskülinite saldırganlık ilişkisi sorgulanır. İkisi de “becoming-büyüme” filmidir, ikisi de sert ve çarpıcıdır.. İki filmde de de okul üniformalı çocuklar görürüz, ikisinde de değişim fırtına sonrasındadır, iki eser de siyah beyazdır.…
İlki yeni ve deneysel iken, ikincisi klasiktir.


THE WILD BOYS

“The Wild Boys” yatılı okul öğrencisi beş yüksek burjuva gencinin hikayesi. Edebiyat öğretmenlerine cinsel çekim duymaktadır bunlar ve tuhaftır ki kadının da kendilerine aynı çekimi duyduklarını sanmaktadırlar. Yüzlerinde tuhaf maskelerle hasır koltukta Emmanuelle’i anımsatan bir havayla oturan kadına tecavüz eder, ölümüne neden olurlar.. Bir kaos tanrısı Trevor’un yardımı ile. Sonra ağız birliği ederek inkâra yeltenirler. Kadın onlara asılmış, fantezilerine alet etmiş, kendini çıplakken bir ata bağlatmış…. Kimse inanmaz tabii!

Olay yirminci yüzyılın başında yani ondokuzuncu yüzyılın sonunda geçmektedir, batının psiko-historik tarihinin çok önemli bir dönüm noktasında Fin De Siecle !

Hepsi Clockwork Orange’daki çocuklar kadar garip ve itici olan çete üyeleri cezalandırılmak ve islâh edilmek üzere, bir Hollandalı denizciye teslim edilir ailelerince. Film boyunca bu denizciden “kaptan” olarak söz edilecektir. Enteresan bir adamdır kaptan, en sevdiği adanın haritasını penisine dövme yaptıran, çocukları boyunlarına tasma niyetine geçirdiği iplerle güvertede ya da ambarda bağlı tutan, onlara sürekli tuhaf bir tüylü bir meyve yediren….Tek göğsü olan. Çok alfa erkeğii olmakla beraber tek göğüs ona amazon kadını havası verir. Sonradan anlayacağımız gibi onun tek memesi tüylü meyve yediği için çıkmıştır, tüylü meyve olay akışımızda çok dönüştürücü bir role sahiptir.

Kaptan onları cennetimsi bir adaya götürür, tuhaf bir adadır, fallik meyveler doludur. Meyvelerden süt kıvamında sıvılar çıkmaktadır “Ambrosia”/Tanrıların Yiyeceği-Ölümsüzlük Yiyeceği.
Çocuklar bu meyvelerde haz ararlar, adayı “Pleasure Island-Zevk Adası” olarak isimlendirirler. Bu isimlendirmenin “Treasure Island-Hazine Adası” na gönderme yapan bir kelime oyunu olduğunu düşündüm. Yedikleri tüylü meyveler ve adadki diğer fallik meyveler çocuklarda metaformoza yol açar, göğüsleri büyür cinsel organları bir böceğin kabuk değiştirmesinde olduğu gibi düşer, yerinde kadınlık organı belirir.
Cinsel kimlik sınırları bu kadar belirsiz midir, ya da cinsel kimlik bu kadar akışkan mıdır, tıpkı cinsiyet barındırmayan Merkür’e denk düşen civa gibi? Neyse, sorular bitmez!

Çocukların cinsel arzuları birbirlerine yönelir, şiddetleri de! Önce dönüşen henüz dönüşmeyenin cinsel saldırısına maruz kalır. Çocuklar kadın olmaya başlangıçta direnç göstermektedirler. Neden ikincil görülmektedir kadın bedeni? Bu algı Julia Kristeva’nın popularize ettiği abyekt kavramı ile açıklanabilir belki.

Yanlış yönlendirilmiş” abjection kadınlara yönelik baskının esas nedenidir. Zira kadınlığı anneliğe yani çocuk doğurmaya indirgeyen ataerkil toplumlarda şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Özne olabilmek için annenin bedenini reddetmek gerekir, ama bu reddetmenin neticesi onunla birlikte kadını da reddetmektir. Ataerkil toplumlarda kadın da annelik de dişilik de reddedilmektedir. Sonuç olarak, Kristeva’ya göre abjection ataerkil toplumlarda maruz kalman baskının ve aşağılanmanın en önde gelen ve en önemli nedenlerinden biridir”

Tüm erkek karakterleri kadın oyuncular canlandırmaktadır. Kızların oyunculukları şapka çıkarılasıdır.

Adada Dr. Severine isimli bir kadın vardır, karakter sizi şaşırtacak. Aslında Severine tüylü meyvelerin cinsiyet üzerindeki etkisini araştırmaktadır ve kaptanı bu iş için tutan odur.
Neden eserlerde mazohist karakterlerle Severin ismi verilir? Biz bu isme Masoch’un Kürklü Venüs’ünden olduğu gibi, Polanski’nin filminden, Bunuel’in Gündüz Güzeli’nden de âşinâyız. Bunuel deyince, bu filmin ” Bir Endülüs Köpeği” kadar sürreal olduğunu eklemek isterim.

Grubun elebaşısı Tanguy, Tilda Swinton ile Draco Malfoy (Harry Potter karakterlerinden) arası bir görünüme sahiptir. Tilda Swinton benzerliği Orlando karakterinin cinsiyet dönüşümünü anımsattığı için önemli.

Dişileşen çocukların saldırganlıklarından sıyrılması filmin vurucu mesajı bence.

Film 16.mm. lik kamerayla siyah-beyaz ve selüloid çekilmiş yani dijital değil. Yalnızca halüsinasyon ve düş sahneleri renkli. Siyah-beyaz sahnelerde ışık-gölge dansına, renkli sahnelerde renk izleğine hayran kalacaksınız. Hele ki adada siyahbeyaz görüntülerin renklendiği anlar görsel olarak büyüleyecek sizi. Filmin görüntü yönetimi kelimenin tam mânâsı ile usta işi!

Cahiers du Cinéma’nın 2018 yılının “Top 10” listesinde filmi en başa koyması yalnızca Fransız kibiri ile açıklanamaz. Otör yönetmen bu ilk uzun metrajlı filminde ne öyküsü ne karakterleri ne anlatımı , ne de görsel yönetimi ana akım sinemanın kurallarına itaat etmemiş, hem bağımsız hem de yetkin eser koymuş ortaya. Filme değerini veren de bu itaatsizlik durumu.

Ne de olsa yeni dalgalar sinema kıyıları yetmiş yıl önce dövmüştü, şimdi o dalgalar geri çekilirken daha güçlü belki de daha tehlikeli! dip akıntılarına dönüşecekti zaten.
O zor alıştığımız soyut dışavurumcu filmlerin bile bu film yanında geleneksel aile filmleri kaldığını söyleyeyim.

Filmin finalinde kızlar Severin ile birlikte gemiye binerler, fonda nefis bir parça çalarken (…always girl, always wild….) denize açılırlar. Nereye gittiklerini bilmeyiz, ama pembemsi, morumsu, kırmızımsı canlı renkli bir günbatımı ufkuna yol alırlar. Özelinde yönetmen, genelinde sinema sanatının yolculuğunun metaforu olur bu seyahat.




LORD OF THE FLIES

Bir nükleer savaşın ortasında, bir grup İngiliz öğrenciyi taşıyan uçak, ıssız bir adaya düşer. Yaşları 6 ila 13 arasında değişen çocuklar hayatta kalma mücadelesine girerler.

İlk gün çocuklar henüz “uygar” kimliklerini muhafaza etmektedirler, kendi aralarında 12 yaşındaki Ralph’i ekibin lideri olarak seçerler. Buldukları bir şeytanminaresini iletişim aracı olarak kullanmaya başlarlar. Tombiş, yüzme bilmeyen, astım hastası olduğu için fiziksel aktivitelerde başarısız, ama bilgili ve duyarlı Piggy lakaplı çocuğun gözlüklerini kullanarak çalı çırpı yakar ve ateş oluştururlar. Ateşin başında sürekli nöbet beklenmesini ister Ralph. Bu görevi isimleri Sam ve Eric olan ve kısaca Samneric dedikleri ikiz çocuklara verir.
Kazazede çocuklar arasında bir okul korosu vardır, liderleri Jack isimli bir çocuktur. Onlara Jack liderliğinde avlanma görevi verilir.

Bilimsel düşünen Piggy ve aydınlanmış çocuk Simon Ralph’ın ekibinden oluverirler hemen. Bu saydığımız isimlerin yanında 6 yaşlarında bir çok çocuk vardır aralarında.

Avcı grup üyeleri, domuz öldürmekten keyif almaya başlarlar. Tahtaları yontup mızraklar yaparlar, yüzlerine savaş boyaları sürerler. Bir yandan da hayâli bir canavardan korkmakta, birbirlerini de etkileyerek içlerinde korkuyu büyütmektedirler. Paraşütle adaya düşen bir pilot cesedi korkularını beslemektedir. Jack’in avcı ekibi onu koruyucu olarak görmeye başlayıp etrafında kenetlenirler.
Jack ve Ralph arasında çatışma başlar. Piggy, Samneric ve bir kaç ufaklık dışında her çocuk Jack’in tarafındadır ve uygar kimliklerinden sıyrılıp birer vahşiye dönüşmüşlerdir.

Simon canavar zannettiklerinin aslında pilotun cesedi olduğunu fark eder, koşarak haberi vermeye gelir, gecedir, hava fırtınalı ve yağmurludur, göz gözü zor görür. Simon’u canavar sanarak mızraklayarak öldürür çocuklar. Bu ilk cinayetleridir, ama yanlışlık sonucudur.
Piggy’yi avcı çocuklardan birisi başına kocaman bir kaya yuvarlayarak öldürür. İlk ölüm öykünün başlarında ateş yakarken çıkardıkları yangında olmuştur zaten.
Ralph avcı çocuklar tarafından vahşi biçimde öldürülmekten son anda kurtulur, adaya gelen denizci grubun onları bulması ile.
Çocuklar sonunda kurtulur, ama masumiyetlerini yitirmişleridir ve üç arkadaşlarını tabii.

Piggy’nin başına düşen taş, şeytanminaresini de kırar. Daha önce gözlüğünü kırmışlardır zaten. Gözlüğün kırılması kültürün, deniz kabuğunun kırılması iletişim ve işbirliğinin kırılmasını temsil eder.

Film, Nobel ödüllü William Golding’in 1953 tarihli romanından perdeye aktarılmış. Roman iki dünya savaşını yaşamış, soğuk savaşı yaşayan bir dünyada yazılmış. Mercan Adası romanından kuvvetli izler taşıyor. Richard Hughes’ın Jamaika’da Bir Fırtına isimli romanından da esinlendiği söylense de yazar kitabı Lord Of the Flies’ı yazdıktan sonra okuduğunu söylüyor.(Bu roman The Bookshop-Sahaf isimli filmde geçiyordu). Joseph Conrad’ın Heart of the Darkness’ı da geliveriyor akla ama Golding itiraf ediyor ki, onu hiç okumamış.Mercan Adası’nda ıssız bir adaya düşen bir grup çocuğun vahşi yerlilerle mücadelesi anlatılır. Hristiyanlığın temel izleğine sadık kalarak vahşileri uygarlaştırma hikayesidir anlatılan. Onun da esin kaynağı olan başka bir ıssız ada hikayesi Robinson’u unutmayalım, köleliği seve seve yapan Cuma’sı ile birlikte Robinson .Her iki filme ilham veren bir başka klasik eser ise Jules Verne’in . “İki Sene Mektep Tatili”

Lord Of Flies’ta ise, vahşet çocukların kendi içindedir ve uygarlığın kırılgan duvarı yıkılınca vahşi yönleri ortaya çıkar. Aslında Jack gibi Ralph’in de içindeki vahşi ortaya çıkmaya başlamıştır ama o bunu görmemeye çalışır.

Eser,
vahşilik/uygarlık,
düzen-kaos,
demokrasi/tiranlık çatallaşmaları üzerine kurulmuştur ve iki topyekun savaş yaşamış , soğuk savaşın sürdüğü, nükleer felaketin eşiğine gelen dünyada “Aydınlanma”nın ne olup olmadığını sorgulamaktadır: Yani, Diyonisosça ve Apollanik olan! Jack’i Dionysos, Ralph, Simon ve Piggy’i Apollon ya da Orestes olarak düşünebiliriz.

Piggy’nin son sözleri“hangisi daha iyi, kurallar ve kurtuluş mu, avlanma ve parçalama mı?” olmuştur.

Jack ise,
“ne yani sadece konuşuyorsunuz, biz avlanıyoruz, şarkı söylüyoruz ve dans ediyoruz” demektedir.

Jack’ın grubu, öldürdükleri bir domuzun başını bir kazığa oturtup yere çakmışlar ve çocuklar ona tapınmaya başlamışlardır. Golding sineklerin tanrısının İncil’de geçen Beelzebug kelimesinin çevirisi olduğunu açıklamış ki, bu da şeytanın isimlerinden biriymiş. Camille Paglia’nın bir sözünü anımsadım şeytan deyince:
“Vahşi doğa şeytanın bayram yeridir”
Ş
eytan bizim bizim kötü/ ya da kötü kabul edilen içgüdülerimizin adı değil mi zaten?

Simon’un öldürülmesi bir kurban ritüelini temsil edebilir. Eğer eseri Hristiyanlık çerçevesinde okursak, tüm insanlar günahkardır, çünkü Adem ve Havva ilk günahı işlemişlerdir tezine gelir ki, Simon o zaman çarmıha gerilen İsa olur. İsa da kurbandır zaten. Babanın öz oğlunu kurban etmesi!

Kültürün değil doğanın, Apollon’un değil Dionysos’un yanında olsam da kültür duvarı yıkılırsa olacakları düşünmek korkutucu geliyor.

Gene de kültürün getirdiği eşitsizliklerin, topyekün savaşların, antroposentrik ve androsentrik bakış açısının sorgulanması kaçınılmaz.

Golding 1964 yılında verdiği bir röportajda demiş ki:

İnsanlık için tek çıkış, kişilerin kendi doğalarına gönüllü olarak gem vurarak demokratik tutum sergilemesidir ama bunun gerçekleşeceğini ya da sürekli olacağını söyleyemem.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir