Halep, 2011 yılında iç savaşta muhaliflerin eline geçmişken, Rusya’nın desteğini alan rejim güçleri Halep’i geri almak için mücadeleye başlarlar. Doğu Halep, 2012-2016 yılları arasında muhasara altında kalır. Sonuçta, 2016 yılında Halep muhaliflerin elinden tekrar kayıp gidecektir..
Muhasara altındaki Halep’te genç bir Suriyeli muhalif kadın, Waad Al Kateab, kendisi, belgesel akışı içerisinde evlendiği doktor kocası Hamza, ve minik kızları Sama’nın eksenindeki savaşın en acımasız hakikatlerini el kamerası ile kayıt altına alır. 18 yaşında iken, İşletme-Pazarlama okumak için Halep Üniversitesine gelmiş, Arab Baharı adı verilen rüzgarla özgürlük talep eden hareketlere katılmış, bunu bir devrim hareketi olarak görmüş, inanmış bir gençtir o. Yönetimin eylemleri son derece sert bir şekilde bastırması iç savaşın fitilini ateşleyince kendisini savaşın ortasında bulmuştur.
Filmin isminin ikili anlamı var: Sema, bir yandan kızının ismi, yani aslında, minik kızın ismi ile bütün Suriyeli çocuklar ifade edilmek istenmiş. Çocuklar ölmesin diye, ya da yarının Suriyesi için diye düşünülebilir bence.
İkinci gönderme de, gökyüzünün sonsuzluğunun özgürlüğü simgelemesine olmalı! Herşey özgürlük talebi ile başlamamış mıydı zaten! Yani, gökyüzü jetler bombardıman yapsın diye değildir, özgürlüğü sarmalasın diyedir!
Film boyunca, kent sürekli bombalanacak, çocuklar yaralanacak, çocuklar ölecek, çocuklar anasız-babasız kalacaklardır. Hastanede cep telefonlarının ışığı ile cerrahi müdahaleler yapılacaktır. Halep’in çocukları her şeyi bilir gibidirler, normal bir çocuğun ağlayacağı durumları ağlamadan karşılar , böylelikle daha bir yürek burkarlar. Babaların çocukları oyalamak için anlattıkları hikayeler bile, yıkılan evler, ölen ebeveynler üzerinedir. Öyle zamanlardır ki, peri masalları pek yersizdir.
Halep, o kadim şehir, Osmanlı’nın İstanbul ve Kahire’den sonra üçüncü büyük şehri,ise bir yıkık şehirdir artık. Viran olmamış tek bir binası bile yoktur. Kuşatma günlerinde, Rusya sözcüsü diyordu ki, biz teröristleri hedef alıyoruz, onlar ise sivilleri canlı kalkan olarak kullanıyorlar. Filmi izleyen bu sözlerle hakikatin ne kadar çarpıtıldığını görür. Bütün binalarda mı teröristler vardı!
Sonuçta, hastane de bombalanır, kuşatma yarılır, Hamza’ya Birleşmiş Milletler aracılığı ile Rusların sürgüne gitmesini talebi gelir. Ya terk-i diyâr edecek, ya ölecektir. Önce hastaları tahliye ederle ambulanslarla, sonra kendileri veda ederler şehre. Waad ikinci çocuğuna hamiledir, karnı burnundadır yola koyulduklarında. Filmin sonlarına doğru doğum yaparken görürüz. Doktorların Türkçe konuşmalarından Türkiye’de olduklarını anlarız. Duygulanmamak kabil olmaz. Aile, bir süre sonra İngiltere’ye giderek bir sığınağa yerleşecekler, montajı da orada Edward Watts’ın işbirliği ile tamamlayacaklardır.
Komşuda henüz nihayete ermemiş bir iç savaş var, ve propaganda bu savaşın en güçlü silahlarından birisi. Filmin, propaganda amacı ile çekildiğini, bazı gerçekleri pas geçtiğini , bazılarının üzerini örttüğünü, ama içerisinde barındırdığı savaş gerçeklerinin hangi taraftan bakarsanız bakın yadsınılamaz olduğunu düşünüyorum.
İç savaşın ne demek olduğunu bu belgeselleri izleyerek biraz olsun öğrenebiliriz kanısındayım. Henüz vakit varken!
Film hangi politik gerçekleri örtüyor?
Halep sakinlerinin gerçekte ta başından muhalifleri istemediklerini ileri sürenler var. Muhalifler, süreci iç savaş değil, devrim olarak nitelerken ve Esat’ı devirmeyi hedeflerlerken, Esad’ın önemli bir halk desteği var.
Muhaliflerin şehri nasıl ele geçirdiklerini anlatan bir kısa belgesel önerebilirim: Nine Days from my Window/Penceremden Dokuz Gün
Muhalifler şehri ele geçirince onları istemeyenler şehri terk etmişlerdir. kalanlar ya eylemciler ya da, kaçmayı başaramayanlar/gidecek başka yeri olmayanlardır. Onlara inan bir kesim de bir süre sonra inançlarını yitireceklerdir. James Foley’i anımsayacaksınız, İŞİD tarafından kafası kesilerek katledilen freelance Amerikalı gazeteciyi.
Suriye İç Savaşı’nın Libya İç savaşının ihracı olduğunu yazmıştı, bir de, Haleplilerin Özgür Suriye Ordusuna inançlarını nasıl kaybettiklerini. Tarafsızlığı trajik sonunu hazırlamıştır.
Kenti eline geçiren Suriye El Kaidesi diye kabul edilen, Al-Nusra Front, rejim askerlerine ve rejime hizmet eden sivil çalışanlara çok vahşi saldırılar gerçekleştirmişti. Bunlara ilişkin videolara da internette ulaşılabiliyor. (Cesetleri postane çatısından atmak, 12 yaşında çocuğun kafasını kesmek ve videosunu çekmek, Al Kİndi hastanesine bombalı intihar saldırısı, hastaneyi savunan askerleri infaz etmek.)
Bu arada, rejim tarafından yönetilen Batı Halep’te yaşayanlardan Doğu Halep’ten gelen keskin nişancı ve havan topu mermileri ile öldürülenler de filmde pas geçilmiş.
Batının, İsrail’in ve Körfez ülkelerinin Suriye savaşı için milyarlarca dolar harcadıklarını duyuyoruz. Elbette Waad’ı ekipman olarak da desteklemiş olabilirler. En azından elindeki malzemeyi istedikleri bağlamda monte ettikleri aşikar. Ama, bu durum, malzeme dediğimiz görüntülerin savaşın acılarından devşirildiği hakikatini değiştirmiyor.
Halep’i anlamak İdlib’i anlamaya yardımcı olur. İdlib’le ilgili bir belgeseli : Of Fathers and Sons” ı da izlemenizi öneririm. Bir Nusra militanını ve oğullarının nasıl militan olarak yetiştirildiğini görmek… Çocuğunun adını Osama Bin Ladin’den esinlenerek Osama koyan bir babadan bahsediyoruz. Anlatılanlar o denli kötü ki, gerçek olamayacak kadar..
Diyorum ki, Ruslar ona, Batı buna destek vermiş, bunlar hiçbir şey ifade etmezdi bir mozaikten oluşan Suriye halkı, kendisine benzemeyenleri -sevmeyi demiyorum- en azından tolere etmeyi öğrenebilse idi. Yaşanan bu kadar acıdan sonra bu artık çok mümkün görünmüyor, barış da çoook uzak bir rüya gibi. Henüz vakit varken yapacaklardı. Waad “bu iç savaş değil devrimdir diyor” lakin, ideolojisiz- lidersiz devrim olur mu! Ayrıca, bu kadar cana mal olan devrim başarıya ulaşsa ne olur!
Son olarak, Waad’ın BAFTA ödülünü aldığı anların videosunun bağlantısını koyayım, ailecek sahneye çıktıkları anları. Tabir caiz ise, bu da filmin devamı.
Aile için bir peri masalı gerçekleşmiş gibi. Darısı tüm savaş mağdurlarının başına!
https://www.youtube.com/watch?v=H3xwJnAvVWk
Nazım’ın “Henüz Vakit varken Gülüm” şiiri hep çok hüzünlendirir beni. “Paris Yanıp Yıkılmadan” der. Neresidir Paris? Benim gözümde tüm kadim ve güzel kentler! Şöyle biter ya!
“…Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm…
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın…”
İlk yorum yapan siz olun