İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

The Birds(Kuşlar)

Yönetmen: Alfred Hitchcock
Senaryo: Daphne Du Maurier (öykü), Evan Hunter
Kostüm: Edith Head
Üretim Tasarımı: Robert F Boyle
Storyboard: Harold Michelson

“Kuşlar”filmi kıyamete dair bir şiirdir!” -Federico Fellini

Jenerikte mavi harflerle oluşturulmuş yazılar, yazı karakteri tırnaklı(serif); yani, antik fontlar bunlar, renkleri mavi. Çerçeveye kuşlar giriyor birden, haykırarak, kanat çırparak Apollo mavisi harfleri dağıtıp parçalıyorlar. Jenerik akışı bir tür önseme (foreshadowing) olabilir mi? Yani, yönetmen, ben sizin klasisist bakışınızı kuşlara gagalatacağım, sizi sinemadan algılarınız parçalanmış bir biçimde göndereceğim diyor olabilir mi?

Olur mu olur, Hitchcock bu, bakalım!

Hitchcock’un sevgili San Francisco’sundayız. Bir tramvay geçer, bir kadın görünür yolun karşısında. Filmin kahramanı Melanie, Hitchcock’un dış görünüş olarak buz soğukluğunda, içi yanardağ parçası olan” sarışın güzellerindendir. Edith Head’in tasarladığı kuzguni siyah döpiyesi, siyah uzun eldivenleri, kocaman clutch çantası, yırtıcı kuşların pençelerini temsil eden stiletto pabuçları ile…. Karşıya geçer, bir ıslık çalınır , gülümseyerek döner bakar, insan ıslığıdır duyduğu ama gördüğü kuşlardır. Bu, Hitchcock tarafından beğenildiği reklamdaki dönüşü ve bir erkek çocuk görünce gülümseyişinin tıpkısıdır. (Kaynaklar bölümüne reklamdaki ve filmdeki ıslık sahnelerini karşılaştırmalı olarak koydum) bir an, gökyüzüne bakar, kuşların sıradışı bir kümelenmesi ve hareketliliği vardır, zafer tanrıçası Nike heykeli üzerinde tedirgince dolanırlar, sanki bir bildikleri var gibidir. Lacan, Zizek ve Camille Paglia, arzuyu simgeleyen ıslıktan kuşlara geçişi sembolik buluyorlar. Görünen reklam tabelalarının neredeyse tamamı havayolu şirketlerinin reklamlarına aittir. Ne diyor şimdi bu bize, kuşlara öykünüp uçmayı taklit ettiğimizi mi yoksa? Neyse…. Melanie, kuşların hareketliliğinin üzerinde durmaz, bir petshopa yönelir, Hitchcock, iki köpeği tasmalarından tutmuş petshop’dan çıkarken Melanie girer. Artık, 1960’lı yıllarda Hitchcock cameo olarak filmin başlangıç sahnelerinde görünmektedir, izleyiciler onu beklerken dikkatleri dağılmasın diye. Melanie, bir büyük gazete patronunun kızıdır. güzel, iyi eğitimli, kendinden emin. Petshopta, Mitch adında çok yakışıklı bir genç adamla tanışması yaşamında önlenemez bir olay zincirini başlatacaktır. Mitch, Bodega Bay’de annesi ve 11 yaşında kız kardeşi ile yaşayan hukuk eğitimi yapmış birisidir. Melanie’yi petshopun sahibi sanar, muhabbet kuşları ile ilgili sorular sorar, Melanie bozuntuya vermez, biliyormuşçasına yanıtlar verir Mitch’e. Sohbetin sonunda Mitch’in, aslında kim olduğunu bildiğini onun da bu oyuna iştirak ettiğini öğrenince şaşırır tabii. Avukat olan Mitch, bir dava nedeniyle adliye de görmüştür Melanie’yi. Mitch o gün muhabbet kuşu satı almadan çıkar dükkandan. Tuttuğunu koparmaya alışkın olan, dişiden ziyade eril bir aklın yani araçsal aklın temsilcisi Melanie, Mitch’in ardından dışarı çıkacak, aracının plakasını alacak ve kimliğini araştırarak öğrenecektir. İstediği herşeyi elde edebileceği ön inancı vardır kızımızda. Modern kadın erilleşir! Üstü açık arabasına atlar: Bodega Bay’e gider, Mitch’in annesi ve kız kardeşi ile yaşadığı ev, körfezin öte yanındadır, bir motor kiralar ve eve gider, yanında getirdiği kafes içerisindeki bir çift muhabbet kuşunu bir not eşliğinde eve bırakır, kimseye görünmediğinden emin olarak tekrar motora atlar, Mitch gelir, kuşları görür, bahçeye çıkar bakınır ve motorla uzaklaşan dümen başındaki Melanie’yi görür. O sırada hiç beklenmeyen bir şey olur- asıl hikaye burada başlamaktadır-bir martı ansızın, Melanie’ye saldırırak, kaşını kanatır. Melanie’nin’nin yeşil tayyörü, toprak rengi stilettoları, ve kürkünden söz etmeliyim. Filmde, Melanie’nin kostümleri, başrollerden birisine sahiptir. Kostüm tasarımcısı Edith Head, alanında sekiz Oscar ödülünün sahibidir. Filmdeki gardrobun oluşturulmasında Hitchcock’un da sürece dahil olduğunu ve bu gardroba ödenen paranın öykü için ödenen telif bedeline eşit olduğunu da not olarak ekleyeyim. Hitchcock, bizzat, tüm kadın kahramanlarının kostüm tasarımı seçimlerinin içerisinde bulunur. James Stewart’ın Vertigo filminde Kim Novak’ın kostümlerini seçmesini düşünün, Vertigo’da Stewart’ın oynadığı rol Hitchcock’un doppleganger’ı olmasın! Phantom Thread filminde terzinin isminin Woodcock olması karısının isminin Alma olması, ilham perisini giydirme obsesyonu da Hitchcock’a göndermedir. Bu arada, Camille Paglia, Melannie’nin Bodega Bay’da elinden bir an bırakmadığı timsah derisi çantanın vajina sembölü olduğunu, Hitchcock’un tıpkı William Blake’in Crystal Cabinet’ i(bu şiirin Türkçe tercümesini bulamadım, bulan ya da çeviren birisi olsa!) gibi vajinayı erkek hapishanesi olarak nitelediğini söylüyor. İlk martı saldırısı, Melanie’nin Lynda’nın evine ondan habersiz girerek bir çift kuş bırakması ile başka bir kadının dişil alanını ihlal etmesinin cezasıdır. Zaten saldırı tam flörtöz bir gülümseme takındığı an vuku bulur. Doğa ve kültür çarpışmıştır o anda! Kentli, kültürlü, doğanın ve güdülerin diline yabancı ama kültürün getirdiklerine pek bir aşina olan Melanie, babasının akıllı uslu kızıdır ve mitolojide Athena’ya tekabül eder. Doğa-kültür çatışmasında, elbette, San Francisco, kültürü temsil etmekte bir sahil kasabası olan Bodega Bay doğanın simgesi olmaktadır. Doğa, kültürü kabul etmemektedir. İlk uyarısını da, kültürü temsil eden mitik açıdan Athena’ya özdeş olan Melanie’ye yapar. Odysseusvari oyunlar yapan, doğa prensiplerine meydan okuyan bu cüretkar! hatunun alır façasını doğa. Gidip, doğanın göbeğinde kitonyen tanrılara caka satmak o kadar kolay değildir! der Nevzat Kaya, ve doğanın ortasında metroseksüel bir yabancı olarak niteler Melanie’yi. Bir yorumda da(Robert Samuels), Hitchcock kadınlarının, arzuyu açıkça sergilediklerinde cezalandırdıkları söyleniyorç Arzunun edilgin nesnesi, özne rolünü kapmaya teşebbüs edince doğa tarafından kastre ediliyor, cezalandırılıyor. Hitchcock, Truffaut söyleşisinde motordaki Melanie’nin 1944 tarihli Lifeboat filmindeki Constance Porter’ın benzeri olarak resmedildiğini söylüyor. Resimlere baktım, öyle; gönderime de ekledim. Annesi Lydia, ve 11 yaşındaki kızkardeşi Cathy ile yaşayan Mitch’ e gelelim. Hukukçu kimliği ile mitolojideki Orestes’i temsil edebilecek olsa da kültürü değil doğayı seçmiştir. Bodega Bay İlkokulunun öğretmeni Annie Hayworth’ü de katarsak, ayın yarımay, dolunay, hilal olmak üzere üç evresini temsil eden üç kadınla çerçevelenmiştir Mitch’in yaşamı. Bakire (Artemis), doğurgan kadın(Afrodit), kocamış kadın (Hecate ya da Demeter). Ödipal karmaşasını aşamadığı alenen ortadadır. Babasının 52 yaşında ölümünden sonraki süreçte depresif annesi ile Hitchcock’un ilişkisini andırır Mitch-Lynda ilişkisi. Annie bir sohbetlerinde Melannie’ye şöyle izah eder, Lydia’nın psikolojisini; Mitchel’e onun veremediği bir şeyi vermemden korkuyordu: sevgi! Annie gerçeği tam olarak tarif edememektedir, aslında Lydia için oğlu koca ikamesi idi ne yazık ki! Zizek’ Odipal karmaşaya dikkat çeker. Kuşların saldırısını ham- ensest enerji olarak tarif eder.

Bir kafeteryada Lydia ile Melanie’nin karşılaşması, Annie-Melanie karşılaşması gibi iki rakibin karşılaşmasıdır. Rekabet, beden dillerinde görünür olur, iki kadının benzerliği dikkatimizden kaçmaz, fark yaştadır sadece!

Annie dedik, Annie esmerliği ve geniş kalçaları ile doğurgan kadını temsil etmektedir. Kırmızı hırkası ve okulun önündeki kırmızı posta kutusu bile menstürasyon kanını yani kadının dolunay halini simgeler. Doğurmasa da ilkokul öğretmeni kimliği ile Bodega Bay’daki çocukların anne ikamesidir. Hayworth soyadı belki rastlantı değildir.(Rita Hayworth) İsimlere dikkat: Annie/Mel-Annie! Bu ikili bana Mullholland Drive’daki Rita ve Betty’i çağrıştırdı, zaten o filmde Naomi Watts’ın canlandırdığı Betty’nin Hitchcock sarışınlarının ikiz kahramanı olduğuna şüphe yok, hele, Kim Novak’ın gri döpiyesini de giymişti ya… Annie’nin karakter ikizi de Rita olmalı diyorum. Kuşlar’da Annie’nin sonu pek fena olacaktır, kuşlar feci bir şekilde gözlerini oyarlar öldürürler onu, sen ne haddine Melannie’ye yardım edersin! demiş gibilerdir sanki! Robert Samuels, Annie Hayworth’ün bir yandan da öğretmen kimliği ile bilginin bekçisi olduğunu, isim-soyisminin baş harflerinin (A.H) Alfred Hitchcock’u temsil ettiğini, gözlerinin oyulmasının görsel kontrolü yitirişinin ifadesi olduğunu söylüyor. Annie için iki açıklama getirdin, karar ver hangisi? diyebilirsiniz. Ben de ikisi de , Hitchcock bu! bir taşla iki kuş vurur diye yanıtlarım sizi. Dâhidir ne yapsa yeridir! Annie’nin feci sonundan önce, okulda Cathy ve tüm çocukların kuşların saldırısına uğramaları sahnesi vardır ki, nefesinizi tutarak izlersiniz! Camile Paglia şöyle yorumlar, Cathy , Melannie’yi ev partisine davet etmiş, kuşlar sadece Cathy’i, değil, tüm sınıf arkadaşlarını cezalandırmışlardır. Çocukların yokuş aşağı kaçışları vardır, kıyamete koşu gibidir. , Potemkin Zırhlısı’ndaki merdiven sahnesini görür gibi olursunuz. Ben, Hitchcock’un Sovyet Devrim sinemasından özellikle Ayzenştayn ve Kuleşov’dan çok şey öğrendiğini düşünenlerdenim. Bir de, Lydia’nın bir erkek arkadaşının cesedini, adamın evinde gözleri oyulmuş kanlar içinde buluşu var. Adam, muhtemelen Odipal zinciri kıracak kişi idi. O da kuşlar tarafından yok edilir. Melanie’ye karşı bir eylemleri daha tamamlanmıştır kuşların bu bağlamda! Okul binasına gelince, Sapık filmindeki Bates Motel binasını andıran Viktoryen tarzı bir binadır. O binanın da ilhamını bir Edward Hopper tablosundan aldığını biliyoruz, grubumuzda paylaşmıştık. Kuşların saldırısına dair bir başka yorum Camille Paglia’ya ait. Paglia’ya göre kuşlar, bastırılamayanın geri dönüşü; yani, evcilleştirilmiş, ancak tamamen bastırılamamış iştahın ve cinsel güdülerin geri dönüşü. Onbin yıl önce , erkek, tarımı ve hayvanları evcilleştirdi, ama evcilleşmek kendisinin de kaderi oldu. Ev, hem cenneti hem de kadın tarafından sıkıştırıldığı kapanı olageldi. Camille Paglia’nın vurguladığı gibi, filmin son sahnelerinden birinde, Lydia çığlık atarken yüzü tuhaf bir biçimde gençleşir ve rakibi Melanie’nin yüzüne benzer, buradaki bir ikilik yok olur, benzeşim yolu ile. Sapık’ın sonunda anne-oğulun imajının birbirinin içinde kaynaşmasına bir nazire gibi! Filmde kuşların şehir merkezini alt üst ettiği sahne var, öyle ki yangınlar çıkıyor, arabalar çarpışıyor… sonra bu kaosu kuşbakışı izliyoruz. Çoğu analizde bunu Tanrı bakışı diye nitelemişler. Olabilir, belki ikisi aynı şeydir, tanrı neden ille de antropomorfik olsun ki! Hem belki de kuşların tanrısı başkadır.

Filmi,” doğanın intikamı” teması içinde paketlemek haksızlık olur, eser, bunun ötesindedir ve içinde bir izlekler takımyıldızını barındırır. Rene Girard, taklitsel arzu( arzu üçgeni), toplumsal çözülme, ve günah keçisi olarak sıralamış bu izlekleri. Ama film bunların da ötesinde bence. Günah keçisi izleğine de değinelim, Melanie’nin telefon külübesinde sıkışmış aralıksız saldırılara uğrayan görüntüsünde kuşların gagalar, recm edilen kadınlara atılan taşlara tekabül etmiyor mu? Ya da, Aziz Sebastian’a atılan oklara…..Restoran’a girdiğinde Bodaga ahalisi de suçlama yağmuruna tutar Melanie’yi: hep senin yüzünden…. Bu arada, sakın kuşlar örgütlenmiş işçiler olmasın! Bütün dünyanın kuşları birleşin! Lacan da buna işaret eder. Orijinal öyküde olduğu gibi toplumdaki komünizm korkusunun dışavurumudur bir yandan, zaten, komünizm korkusu doğaya dönüş, korkusu değil midir, komünizmin nihai vaadi, ilkel komünal toplumdur ayrıca. Filmde , baba sembolünün yokluğu bilinçaltındaki arkakik annenin öne çıkarılması olarak yorumlanamaz mı! Filmin çevrildiği dönemde soğuk savaşın kızıştığı, Küba Füze Krizinin yaşandığı zamanlar olduğunu da gözden uzak tutmayalım.

Alfred Hitchcock’da, kuş motifi de kadın motifi denli mühimdir. Sapık’ın Phoenix (zümrüd-ü-anka) kasabasında geçtiğini, Marion Crane’in soyadının leylek, Norman Bates’in soyadının yarasa anlamına geldiğini anımsayalım. Ne der Norman, Marion’a? “ ne kadar güzel yiyorsun, tıpkı bir kuş gibi” Kaynaklar bölümüne Sapık filmindeki kuş sembolizmini görsel olarak açıklayan bir youtube videosunun bağlantısını koydum. İzlemenizi öneririm, çok etkileyici! Film bize Tippi Hedren’i kazandırdı. Melanie Griffith’in annesi, Dokato Johnson’un anneannesi olduğunu biliyor muydunuz? Tippi Hedren’in bu filmde, Hitchcock’un onu taciz ettiğine dair iddiaları var. Yönetmeninin cenazesine gitmiş gene de. Birey ve sanatçı yönünü ayırdığını söyledi bir röportajda. Kuşların bir kısmı gerçek, bir kısmı optik efekt. Selüloidin kısıtlılıklarına rağmen, virtüözce gerçekleştirilen sayısız özel efekt var filmde. Kuşlar…. edebiyatta o kadar çok yerleri var ki, Ezop’un masallarından, Libya masallarına, Ovid’in Dönüşümler’inden Hristiyan ve İslam mitolojisinin anlatılarına… Bazıları, efsanevi, Zümrüd-ü-anka/Simurg, Hüdhüd; bazıları masalsı, Alice’in Jubjub kuşu gibi. Bazıları ise, Edgar Allan Poe’nun kuzgunu gibi, “bir daha asla” der durur…Şimdi göçün simgesi olarak çok yer alıyorlar edebi metinler ve filmlerde. “Leyleğin Geçiken Adımı”nı düşünün. Edebiyat ve kuş konusu uzar gider, ben, Coleridge’in yaşlı Gemici şiirindeki Albatros kuşu ile noktalayayım. Albatros’u öldürdüğü için lanetlenen ve günahı anımsatması için boynuna Albatros ölüsü asılan bir gemici var. İnsanlığın boynunda günahını anımsatan bir Albatros kuşu asılı ve kurtuluş mümkün değil gibi görünüyor. Lighthouse filminde bizim Albatros, Martı olarak ortaya çıkmış, o filmi de izlemenizi ve kuşların bir filmden ötekine uçup neler yaptığını görmenizi öneririm. Şimdi, Daphe Du Maurrier’in Kuşlar öyküsünden bahsedeyim;

ÖYKÜ

İkinci Dünya savaşından sonra, bir savaş gazisi olan öykü karakterimiz Nat, İngiltere’de Cornish sahilinde bir kasabada yaşıyor, kuşların davranışlarını gözlemliyor. kasaba Jamaica Inn romanının da geçtiği sahildedir. Öykünün taşıdığı gotik unsur, havanın ve doğanın sertliği ve kasvetidir. Kuşların davranışlarında bir olağandışılık var, toplanıyorlar, üstelik tür sınırlarını aşıp. Sürekli olarak temerküz va teyakkuz halindeler. Bir gün doğudan bir rüzgar başlıyor. Öykü, 1952 yılında yayınlanmıştır, doğudan esen rüzgar aşikar ki, SSCB’den esen rüzgardır. Havanın doğudan esen rüzgarla soğuması üzerine serçeler çatı katından evin çocuklarının odasına giriyorlar ve neredeyse, gözlerini oyuyorlar. Kuşlar denizin gelgitlerinde suların yükseldiği zamanlar saldırıyorlar, sular çekildiği zaman ise sakinleşiyor ve saldırılarına ara veriyorlar. Sovyetlere yönelik, batı insanına içselleştirilmiş bir korkunun ifadesidir bu, Ruslar metafizik güçleri harekete geçirerek doğayı batının üstüne salmaktadır. Ay da buna eşlik etmektedir (med-cezir- ay hareketleri ilişkisi) Kuşların saldırısının nedeni açıklanmaz öyküde, filmde de öyle olur. Nat, İkinci Dünya savaşının etkilerini üzerinden atamamıştır ve kuşların saldırısı onun için Alman uçaklarının İngiltere’ye saldırısıdır. Zaten, radyo, kuş sürülerinin saldırılarına yönelik anonslar yapmaya, arada milli marş çalmaya başlamıştır. Nat karartma geceleri pencerelere destek yaptıkları gibi, pencereleri takviye etmektedir. Ha, demek şimdi daha ciddi bir tehdit vardır, daha tehlikeli bir düşmandan! Hani o doğudaki düşmandan! Öyküdeki şu bölüm çok çarpıcı:

Ne lazım biliyor musun? dedi karısı. Orduya alarm verip kuşlara ateş etmek, işte o zaman korkarlar. “Yapsınlar bakalım” dedi Nat. Fakat nasıl yapacaklar bunu?” Liman işçileri grev yapınca orduyu limana gönderiyorlar ya. Askerler gidip gemileri boşaltıyorlar.” diye cevapladı kadın. Liman işçilerine grev yaptıran güç de, doğudan gelen rüzgarlar olmasın sakın! Kuş saldırılarına karşı savaş uçaklarını gönderir ordu. Kuşlardan öykünerek yapılmış uçan düzeneklerimiz… ölüm makinalarına dönüştürdüğümüz…Tabii ki, karaya çıkan kuşları bombalayamazlar, bir uçak düşer,”kendilerini pervanelerin, jet motorlarının içine ölüme atan” kuşlar yüzünden. Japon Kamikaze pilotlarıdır sanki kuşlar! Nat, keşke zehirli gaz sıksalardı diye düşünür. İnsan aklı bu işte, doğaya hakim olmak için her yol mübah! Zoologların, biyologların, tüm bilim adamlarının bu konu üzerinde toplantı yaptıklarına ve çözüm bulacaklarına inancı tamdır, hayatı çoklu disiplinlerle çözeceğini sanan aydınlanmacı bakışın empoze ettiği gibi düşünmektedir. Nietzche çoktan söylemiştir bilgelik ve bilgi farkını ama Nat, bihaberdir tabii! Nat’in deniz kuvvetleri filosu sandığı beyazlık, esasında martıların kapladıkları denizin yüzeyinde oluşturdukları beyazlıktır. Kasabada Nat’in çoğu arkadaşı kuşlar tarafından öldürülür, ne hava kuvvetleri bir şey yapabilir ne, deniz kuvvetleri. Nat, bunları kötülük ürünü olarak görür, doğanın kötülüğü, kuşların saldırısı ile medeniyete sızar. Camille Paglia, öykünün bu noktada Edgar Allan Poe’nun Kızıl Ölümün Maskesi öyküsü ile koşutluğunu vurgular. Öykü çok güçlüdür, Hitchcock, okur okumaz etkilenir. Daha önce Maurier’in iki filmini perdeye uyarlamıştır zaten, ama tabii bir film senaryosuna dönüşmesi için baştan yaratılması, karakterler, mekanlar, olaylar eklenmesi gerekmektedir. Film , bu bağlamda öyküden serbest uyarlamadır. Filmin senaristi öyküden ne alacaklarını sorunca, ismini ve kuşların saldırısını der! Bu normaldir çünkü öykünün hissettirmek istediklerini verebilmek için karakterler ve olaylar eklemeli idi. Maurier öyküde o kadar çok kuş ismi kullanır ki, küçük karga, martı, sığırcık, ispinoz, tarla kuşu, poyraz kuşu, çulluk, kızılbacak, kumkuşu, sürmeli kervan çulluğu. Sanatçı gözlemciliği ve duyarlılığına hayran kalırsınız. Alman Romantizmine eşlik eden İngiliz gotik edebiyatının en yetkin aynı zamanda en popüler isimlerinden olan, Hitchcock’un yanı sıra başka sinemacıların da gözde yazarı olmuş bu büyük sanatçının anısına ve eserlerine saygı ile….

Kaynaklarım/Dayanaklarım:
https://docs.google.com/document/d/12-Q-MYdxjfr5UUdHdiHf6OqoTQzo8B4naNJkw2WzQT0/edit?usp=sharing

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir